Özge Özpirinçci: Umut olmasaydı şu an karnımda beş buçuk aylık bir bebek taşıyamazdım

ozge-ozpirincci-umut-olmasaydi-su-an-karnimda-bes-bucuk-aylik-bir-bebek-tasiyamazdim-SxGtyQdx.jpg

“İlk ve Son” dizisi neyi anlatıyor?

– Bir ilişkinin ilk zamanlarındaki duygularıyla son zamanlarında duygusuzluk gibi görünen ama aslında çok yoğun şeylerin yaşandığı dönemini, yani bir ilişkinin anatomisini anlatıyor. İki yaralı ruh başlarda birbirine iyi geldiğini sanıyor. Ama ilişki içinde kendilerini tedavi etmeye hiç çalışmadıkları için bir süre sonra birbirlerine zarar vermeye başlıyor. Etrafımızda örneğini çok sık gördüğümüz bir ilişki modeli bu aslında.

Neden hep böyle olur? İki yaralı ruh bir araya gelir ve hep bir arıza çıkar…

– Çünkü dünyadaki en zor şey kendini tanımaya başlamak, kendinle ilgilenmek, iç yolculuğuna çıkmak. Ben bunları 33 yaşında yapmaya başlayabildim. Daha doğrusu 33’te kafam açıldı, 35’te yaptım. Bu çok zor bir yolculuk. Çünkü finalde neyle karşılaşacağını bilmiyorsun. Karşılaştığın şeyle yaşamaya devam etmek zorundasın. Kendinden uzaklaşamazsın. Kendini olduğun gibi sevmek en zor şeylerden biri. İki kişi bir arada yaşarken bir süre sonra şu olabiliyor: Kendi canını acıtmamak için karşındakine saldırmaya başlıyorsun. Kendi içimize yönelmenin korkusuyla karşımızdakinin negatifliklerini, arızalarını görmeye başlıyoruz. Mesela birisi bana gelip “Sende şöyle şöyle bir şey var” dediğinde, “Acaba bunu ona söyleten şey ne?” diye düşünmeye başlıyorum. Çünkü büyüdükçe dışardan gelen verilerin bizden bağımsız olduğunu unutuyoruz. Karşıdan gelen verinin benden bağımsız olduğunu düşündüğümde o kadar özgürleşiyorum ki! Yaşadığımız toplum zaten sürekli kendimizden şüpheye düşmemizi istiyor. Senin kendini sevmemeni istiyor.

Fotoğraflar: Muhsin AKGÜN

Evet, özgüvenimiz sürekli çalınıyor. Bir de yetiştiriliş tarzından dolayı geç yetişkin oluyoruz. İlişki arızaları bundan da kaynaklanıyor olabilir mi?

– Katılıyorum. Yetişkin olmanın getirdiği sorumlulukları farklı algılıyoruz. Bir yandan da “Ben böyleyim abi, yerse”ciliğe doğru evrildik. Dayanışmayı unuttuk. Her şeyin bize hizmet etmesini istiyoruz. İlişkilere baktığında mesela başta bir özellik hoşuna gidiyor. Adam diyor ki, “Bizim kız deli abi, o yapar”. Sonra bu laf, “Deli bu kadın, bitirecek beni”ye dönüşüyor. Sorun aslında şu: Kendini tanımadıkça karşındakine göre şekil alıyorsun. Ya da karşındaki biraz değişince “Sen çok değiştin” deniliyor.

“İlk ve Son”un senaryosunu okuduktan sonra Burak’a dönüp “Biz birbirimize asla böyle davranmayalım” dediğini anlatmıştın röportaj öncesi. Neydi böyle söylemene neden olan?

– Senaryoyu okurken birbirini acıtmaktan hiç çekinmeyen iki insan gördüm. Bu beni çok yaraladı. Ben arkadaşımdan tut da bana servis yapan garsona kadar herkese aynı seviyede, nezaketle davranmaya çalışırım. Karşı taraftan bunun aksi bir davranış gördüğüm zaman öfkeleniyorum. Çünkü bu iletişim şekline yaslanan insan bencil ve tembel. Böyle davranacaksan git dağ başında yaşa! Bu toplumu oluşturan en küçük birim olan çekirdek ailede, mesela Burak’la ben, birbirimizi kırma konusunda bu kadar vurdumduymaz olursak o zaman ben sette de böyle davranırım, sokakta da… Benim için en biricik olan insana bunu yaparsam, başka insanların benim için hiçbir önemi kalmaz. Onun gözünden akan bir damla yaş, ayağına değecek bir küçük taş benim için çok önemli. Bir de günümüzde çok kolay kırıyoruz birbirimizi. Benim en korktuğum şeylerden biri o. İnsanları kırmak. Hele ki tam anlaşılmadan…

Nezaket her zaman iyi midir? Bazen içindeki öfkeyi dışarı yansıtmak gerekmez mi?

– Çok güzel bir şey söyledin! Kendimle ilgili son iki yıldır çok düşündüğüm bir şey bu. Küçüklüğümden beri bastırdığım öfkenin hayatımda nasıl yer bulacağı konusu. Çünkü ben şöyle büyütüldüm: Kibar ol, nazik ol, mütevazı ol, iyi ol, mutlu ol, bardağın hep dolu tarafını gör. Hatta arkadaşlarım Pollyanna diye dalga geçerdi benimle. 30’umdan sonra “Bir dakika ya, benim de içimde öfkeye dair bazı duygular var” demeye başladım. Tamam, küçükken annemle babam “Hayır Özge öfkelenemezsin” demiyordu. Ama öğretiler hep pozitife yönelikti. Negatif duyguları reddetme hali vardı. Öfkeyi kendime hak görmüyordum. Şimdi hak görmeye başladım.

Bir kız çocuğu dünyaya getireceksin. Onun geleceği için endişeleniyor musun?

– Tabii ki… Ama açıkçası toplumsal kültür açısından değil, doğa ve gezegen açısından endişelerim var. Çünkü kız ya da erkek fark etmez, dünyaya getireceğim canlının her şeyden önce doğaya saygılı olmasını isterim. Çünkü biz toplum olarak birbirimizi iyileştirebiliriz. Daha iyi günlere doğru gideceğiz, bunun için çabalıyoruz.

Bu konuda umutlu musun?

– Kesinlikle. Umut olmasaydı şu an karnımda beş buçuk aylık bir bebek taşıyamazdım. Etrafımdaki kendi küçük çemberimde ve Z kuşağında da bu umudu görüyorum. Yeğenlerimle, arkadaşlarımın küçük çocuklarıyla muhabbet ettiğim zaman birbirine saygılı küçük insanlar görüyorum. O kadar güzel ışıldıyorlar ki! Bir üst jenerasyon olarak tek yapmamız gereken, onların ışıltısını almamamız. Bizden önceki jenerasyona bence bu olmuş. Yoksa herkes parlak geliyor dünyaya. Ama sizden bir önceki kuşak sizin pırıltınızdan korktuğu için hemen sizi aşağı çekmeye çalışıyor. Yapmamız gereken o yeni gelen çocukların parıltısını kesmemek.

Bir gün tamamen doğaya kaçma, orada yaşama gibi bir planın var mı?

– Evet, var. Ama şehirde de böyle bir hayat yaşayabilirim. Burak’ın ve benim öyle hayallerimiz var. Geleceğimizi ona göre planlamaya çalışıyoruz.

Pandemi kapanmalarını ve geçtiğimiz yazı tamamen Bozburun’da geçirdiniz mesela…

– Çok güzeldi. Edhem (Dirvana), Tanem (Sivar) ve Zeynep anne ve tabii Süleyman’la muhteşem bir yaz yaşadık. O yaz birçok şeyi düşündüm. İnsanlardaki değişimi gözlemledim. Önem sırası ve tercihler değişti. Banka hesabındaki para hepimizi kaygılandırıyor, ama gelecekle ilgili sorunlar daha çok kaygılandırmaya başladı. Ben, partnerim ve bebeğimle olan hayatımla ilgili hayaller kurduğum zaman hep sürdürülebilir olana gidiyor kafam. Bizim Burak’la hayalimiz daha mobil olabilmek. Atıyorum, Burak Hindistan’da film mi çekecek. Hep beraber onun yanına gitmek. “Bütün dünya bizim evimiz” kafasına evrildik aslında.

DÜĞÜN ÖNÜMÜZDEKİ YAZA OLUR

◊ Eylülde evleniyor musunuz? Öyle haberler çıktı…
– Hayır ya, onu biz de okuduk. Şöyle aslında: Tabii ki bürokratik ve hukuki olarak evliliği yapmamız bebek için daha güvenli bir ortamı sağlıyor. Benim hep düşündüğüm şey şu: Mesela Allah korusun Burak hastanelik olsa ben onun ailesi değilim, hukuki olarak… Dolayısıyla nikah yapmamız gerekiyor. Devletin bizi aile olarak görmesi için. Ama düğün olayında çok net şunu söyledim Burak’a: Eğlenip dağıtamayacağım bir düğünde ben kimseyi ağırlayamam, “Ne haliniz varsa görün” derim. O yüzden benim de misafirler gibi eğlenebileceğim bir zamanda düğün yapacağız. O da muhtemelen önümüzdeki yaz olur. Hiç acelemiz yok. Zaten birbirini bulmuş iki ruhuz. Bunu da taçlandırıyoruz bebemizle! Artık kutlamasını ilerleyen zamanlarda yapacağız.

ÇOCUĞUMA DÜŞÜNDÜĞÜM TEK BİR İSİM VAR: ÜZÜM

◊ Bebeğinize isim düşündünüz mü?
– Ay deliricem, Onur yardım et bana (gülüyor). Burak hiçbir ismi beğenmiyor.

◊ Burak hiçbir şeyi beğenmiyor galiba. Hadi biraz onun dedikodusunu yapalım…
– Aşırı zor beğenir. Ara sıra takılıyorum zaten, “Sen beni nasıl beğendin ya!” diyerek. Çok yüksek standartları vardır. Özellikle yemek konusunda daha da fazla. Kendisi de çok iyi yemek yaptığı için. İsim konusunda da bir sürü isim söylüyorum ona. Olabilir diyor, listeye yaz. Düşünelim deyip duruyor.

◊ Kıl olmuyor musun?
– Deliriyorum! (gülüyor). En son dizi setinde Salih Bademci’yle bir isim konuştuk. “Artık bu ismi yedirme Özge” diye gaza getirdi beni Salih. Eve geldiğimde, “Burak isim konusunda kararımı verdim” dedim. “Bakarız baby” dedi ve döndü. Delireceğim. Ama şunu da dedi: “Özge bunu beğendim desem, iki gün sonra bana yeni bir isimle geleceksin”. Mantıklı! Ama ilk sana söyleyeyim, hamile kaldığımdan beri aklımda tek bir isim var. Çok dalga geçildi bu isimle ilgili.

◊ Nedir?
– Üzüm!

◊ Aa ben duydum bunu isim olarak. Garip gelmedi valla.
– Aa gerçekten mi? Mutlu mu acaba o çocuk şu anda? Çünkü bana herkes, “Çocuğuna bunu yapma Özge” deyip duruyor. Bence çok güzel isim. Küçük çocuk Üzüm, genç kız Üzüm, 35’lerinde Üzüm Hanım, 70’inde Üzüm teyze… Ayrıca Üzüm Yamantürk de çok fonetik geliyor kulağa. Ama kesinlikle ret oyu aldım bu isim için. Ben gizli gizli Üzüm diyeceğim galiba çocuğuma (gülüyor).

BURAK’IN EN SEVDİĞİ KELİME: “BAKARIZ”

◊ Burak’ın burcu ne?
– Oğlak. Ben koç. Gelecek olan arkadaşımız da yay burcu. Ah şundan da çok korkuyorum, “Sen benim çocuğumsun” diye davranmaktan. Sonuçta o başka bir birey.

◊ Galiba anne olduktan sonra başka bir şey oluyor, ister istemez öyle davranıyorsun…
– Bilmiyorum, göreceğiz. Bunu bana hatırlat doğum olduktan sonra!

◊ Acaba çocuğuna sürekli “Annecim” diye seslenen annelerden olur musun?
– Bilmiyorum, olabilir de… “Kadın” dizisinde bunu yaşadım. Senaryo gereği çocuk oyunculara “Annem”, “Annecim bunu yapma” filan diyordum. Bir kadın takipçim bana yorum yazdı, “Dizide bunu çok yapıyorsunuz, çok yanlış, çocuğa farklı sorumluluklar yüklüyor” diye. Ama bakıyorum etrafıma, dilimize çok pelesenk olmuş bir şey. İstemsizce. Bence yeni doğan çocuklar bu kadar basit şeylere takılmayacak. Ya da takılıyorsa da “Bana lütfen annecim diye seslenme, hoşuma gitmiyor” diyecek. “Efendim yavrum” diye anneye karşılık veren, onu trolleyen de çıkabilir. Çok isterim, öyle olsun! (Gülüyor)

◊ Burak’la yedi yıllık bir ilişkiniz var. Şimdi çocuk yapmak planlı mı oldu yoksa akışta mı karar verdiniz?
– Biz Burak’la ilk zamanlardan itibaren birbirimizi bulduk ve o fasıla girdik. Büyük bir güvenle. Ne olursa olsun benim onun, onun da benim yanında olacağını biliyorum. Onun bunu bildiğini görmek, bunu ona hissettirebilmek çok özel ve kırmaktan korktuğum bir şey. En ufak bir şey olsun istemem ona. Aramızda hep çocuk muhabbeti de yapardık. “Acaba çocuğumuz olacak mı” diye. Hiçbir şeyimiz net değildi. Bir de Burak’ın en sevdiği kelime şudur: “Bakarız”. “Burak, Assos’a gidecek miyiz?” diye sorarım mesela. “Bakarız” der. “Akşam ne yiyeceğiz?” derim, yine “Bakarız”. O kadar “bakarız”cı bir adam ki (gülüyor). Ben gidip “Çocuk yapacak mıyız?” diye sorsam, “Bakarız” diyebilir ve delirebilirdim tabii (gülüyor). Ama geçen yaz Tanem’le Edhem’in oğlu Süleyman’la birlikte çok vakit geçirince Burak’a artık “Çocuk yapalım” dedim. Zamanının geldiğini hissettik artık.
Bir de çocuk ilk 2-3 sene annenin çocuğu gibi oluyor ya. O yüzden kariyer anlamında bir-iki sene durabileceğim bir noktayı ayarlamam gerekiyordu. İşimde doyum noktasına ulaşmalıydım. “Kadın” ve arkasından “İlk ve Son”la birlikte o noktaya ulaştım, içime sindi.

 

 

 

Exit mobile version